Yaşadığımız çevrenin korunması “Çevre Koruma” için çevre denetiminin tarihsel gelişimine baktığımızda, bu konuda ilk düzenlemelerin 1970’lerin sonlarında endüstriyel kazalar ile başladığını görmekteyiz. 1980’lerin başında ise çevre koruma ile ilgili “çevre yönetimi” kavramı çerçevesinde yeni yaklaşımlar geliştirilmeye başlanmış ve endüstriyel faaliyetler bu yaklaşımlar çerçevesinde; enerji ve çevre performanslarını yükseltmek üzere yeniden ele alınmıştır.
1980’lerin ortalarına gelindiğinde endüstriyel üretim sistemlerinde hammadde ve enerji akışının çevre üzerindeki etkileri tekrar tasarlanmıştır. Bu yaklaşım, atıkların ve yan ürünlerin yeniden üretime girdi olarak sağlanması, ürünlerin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi, daha temiz üretim için tüm proses akışının analiz edilmesi gibi çevre koruma unsurlarını kapsamaktadır.
1990’lara gelindiğinde, giderek büyüyen sanayi ve hizmet sektörleri, çevre eğitimi, çevresel değerlerin ölçümü ve izlenmesi, atıkların azaltılması ve çevresel yönetim stratejilerinin belirlenmesi konularına dair daha kapsamlı yaklaşımlara ihtiyaç duyulmuş ve bunun sonucu olarak çevre koruma yönünden son derece önemli “toplam kalite” kavramı doğmuştur.
Günümüzde, çevre kirliliği ile beraber doğada bulunan ve başta enerji olmak üzere pek çok alanda kullandığımız kaynakların giderek azalması, insanlık için korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Çevreyi hızla kirleten ve doğadaki kaynakları ölçüsüzce tüketen insanlık, aslında yaşadığı dünyayı üzerindeki tüm canlılar için yaşanabilir bir gezegen olmaktan çıkartmaktadır. Bu durum sürdürülebilir olmadığı gibi artık vakit kaybetmeden önlemler alınmasını gerektirecek bir düzeydedir. Dünya üzerindeki tüm yaşam formları ve habitatlar için çevre koruma kavramı geliştirilmiştir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği bugün tüm dünyada tartışılan ve olası çareler araştırılan öncelikli gündem konularıdır. İşte bu noktada çevreye ilişkin tartışmalar ve uygulamalar tartışılmaz önem kazanmış bulunmaktır.
Endüstriyel tesisler ve faaliyetlerden kaynaklanan çevre sorunları ile bunlara ilişkin “çevresel uygunluk zinciri” konuları bu tartışmaların ve çalışmaların büyük bir bölümünü teşkil etmektedir. Zincirin çevresel izin ve izlemeden sonraki halkası olan “çevre denetimi” konusu, ülkelerin çevre otoritelerinin en yoğun çalıştığı konuların başında gelmektedir. Üretim teknolojilerinin çevreye yarattığı etkiler, günümüzde tüketicilerin ürünlere ve markalara olan bakış açılarını çok daha fazla etkilemektedir. Çevre ve Orman Bakanlığı Tarafından 21 Kasım 2008 itibariyle Resmi Gazete’de yayımlanan ve 01 Ocak 2009 itibariyle yürürlüğe giren ‘’Çevre Denetimi Yönetmeliği’’ yeniden düzenlenerek 12 Kasım 2010 tarih 27757 sayılı Resmi Gazete’de “Çevre Denetimi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” olarak yayımlanmıştır. Yayımlanan bu yönetmelik ile önceki yönetmeliğin 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15 ve 16 ncı maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 12 Kasım 2010 tarih 27757 sayılı Resmi Gazete’de Çevre Görevlisi ve Çevre Danışmanlık Firmaları Hakkında Yönetmelik yayımlanmıştır. Yukarıda yürürlükten kaldırılan maddeler bu yönetmelikte yeniden düzenlenmiştir.
Çevre Denetimi Yönetmeliğinin amacı, çevrenin korunması için tesis veya faaliyetin çalışmaya başlamasından sona erdirilmesine kadar olan süreçte çevre denetiminin usul ve esaslarını; denetim yapacak personelin, çevre yönetim birimi/çevre görevlisinin, çevre hizmeti konusunda yetkilendirilmiş firmaların nitelikleri ile yükümlülüklerini düzenlemektir.
Çevre denetimi sonucunda; çevre mevzuatı kapsamında yükümlülüklerini yerine getirmeyen ve gerekli tedbirleri almayan kişi, kurum, kuruluş ve işletmelere idari ve adli yaptırımlar uygulanmaktadır. Çevre denetimleri, gerekli ekipman ve kalibrasyonu yapılmış ölçüm cihazları ile mevzuatta belirtilen standartlarda gerçekleştirilmeli, elde edilen veriler değerlendirilerek çevresel politikalar oluşturulmasında kullanılabilmelidir.
Bu kapsamda; gerçekleştirilen çevre denetimleri ile elde edilen bilgiler, yürütülen birçok projede kullanılmaktadır. Çevresel verilerin günümüz bilgi teknolojileri kullanılarak yapılan analizleri, içinde bulunduğumuz durum ve geliştirilmesi gereken çevresel stratejilerin belirlenmesi açısından son derece önemlidir. Coğrafi bilgi sistemleri kullanılarak hazırlanan kirlilik haritaları gibi uygulamalar ile çevresel sorunların bölgesel ve noktasal analizleri yapılabilmektedir.
1989 yılında 383 Sayılı Kanun Hükmündeki yasayla yürürlüğe giren Özel Çevre Koruma Bölgeleri; tamamen Milli Park statüsüyle aynı görevleri yürüten fakat planlama yetkisi de verilen koruma tipidir. Ülkemizin doğal ve kültürel varlıklarının korunmasında çok önemli görevler yürüten bu kuruluş, 2011 yılında yeniden yapılandırılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü bünyesine alınmıştır. Ayrıca bu kuruluşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bulunan Doğal Sit Alanları 17.08.2011 tarihi itibari ile dâhil edilmiştir. Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak. Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü görevleri arasında bulunmaktadır.
ÇEVRE SORUNLARI
ÇEVRE KORUMA
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
KÜRESEL ISINMA
ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN NEDENLERİ