İklim değişikliğini hafifletme ve uyum sağlamaya yönelik önlemlerin, genellikle pahalı olduğu varsayılır ve ekonomi üzerinde ek bir yük taşıdığı düşünülür. Ancak, Avrupa ülkeleri halihazırda araştırma, altyapı, tarım, enerji, ulaşım, kentsel kalkınma, sosyal korunma, sağlık ve doğanın korunması konularında kamusal ve özel fonlar harcıyorlar. Bu alanlara yapılan mevcut harcamaların çevre dostu olmasını ve yeni iş alanları yaratılmasına olanak sağlayacak sürdürülebilir seçeneklerin desteklenmesini sağlayabiliriz.
İklim değişikliği, artan hava kirliliği, okyanuslardaki asitlilik oranının artması veya evleri ya da arazileri sel basması gibi çeşitli şekillerde bizi etkileyecektir. Seller nedeniyle mülklerin hasar görmesinden kaynaklanan ekonomik kayıplar gibi bazı hasar maliyetlerinin parasal olarak ölçülmesi görece kolaydır. Ancak, diğer maliyetlerin değerlendirilmesi daha zordur. İklim değişikliğinden kaynaklanan bir hastalığa veya mahsul verimliliğinde gelecekte yaşanabilecek düşüşlere bir fiyat etiketi koyabilir miyiz?
İklim değişikliğine bağlı bu tür zorluklar ve belirsizliklere rağmen, Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nde (IPCC), güçlü uyum önlemleri alınsa bile, yalnızca 2°C’lik küresel ısınmadan kaynaklanan olası ekonomik kaybın küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) %0,2 ila 2’si arasında olacağı öngörülmüştür. Isınmanın bunun ötesine geçmesi durumunda, maliyetler de artacaktır.
Tam miktarı bilememekle birlikte, iklim değişikliğinden kaynaklanan maliyetler gerçektir ve bu maliyetleri mülkün hasar görmesi, tıbbi harcamalar ve mahsul veriminin düşmesi gibi birçok şekilde zaten ödüyoruz.
Toplumumuzun, ekonominin ve çevrenin gelecekte üstleneceği maliyetlerin bazılarını engellemek ya da en aza indirmek için harekete geçmeliyiz. Bu durum, şu soruları gündeme getirir: Ne kadar ve hangi alanlara yatırım yapmalıyız?
Dünya çapında, giderek daha fazla kaynak tüketiyoruz. Büyüyen küresel nüfusu beslemek için daha fazla gıdaya, toprağa ve suya, evleri ısıtmak ve arabalarımıza yakıt sağlamak için de daha fazla enerjiye ihtiyacımız var. Artan tüketimimiz, yenilenemeyen kaynaklarımızı tüketen, sürdürülemeyen üretim modelleri ile karşılanıyor. Bu aynı zamanda atmosfere, su kütlelerine ve toprağa daha fazla kirletici maddenin salınmasıyla sonuçlanıyor.
İklim değişikliği ile başa çıkmaya yönelik çabalar “yeşil ekonomiye”, yani iyi yaşamamıza olanak verirken, kaynak kullanımımızı gezegenimizin sürdürülebilir sınırları dahilinde tutan sürdürülebilir bir yaşam tarzına, daha geniş bir geçiş bağlamında görülmelidir. Avrupa Birliği’nin 7. Çevre Eylem Programı, “yatırımları” bu geçişi sağlayan ana ayaklardan biri olarak tanımlamaktadır.
İklim değişikliği ile mücadelede yatırımlar kritik önemdedir, çünkü bugün yapılan yatırım seçimlerinin, temel toplumsal ihtiyaçların gelecekte nasıl karşılanacağı konusunda hem olumlu hem de olumsuz uzun vadeli etkileri vardır. Yatırımların iklim değişikliği ile mücadelede yardımcı olabileceği kilit yollardan biri altyapılar kanalıdır. Toplumlarımız, su, enerji, ulaşım gibi temel toplumsal ihtiyaçları karşılamak için altyapılar inşa eder. Bu altyapı, genellikle oldukça maliyetlidir ve yıllarca kullanılır. Bu yüzden de yaşadığımız yaşamı şekillendirmede temel önemdedir. Bazı yatırım kararları bu ihtiyaçları karşılama şeklimizi dönüştürmek için gerçek fırsatlar sağlarken, diğerleri ise bizi on yıllar boyunca, sürdürülemeyen uygulamalara hapsetme riski taşır.
Uluslararası Para Fonu (IMF), dünyanın, enerji sübvansiyonları için, büyük ölçüde fosil yakıtlara, yılda yaklaşık 4,8 trilyon Euro (5,3 trilyon ABD Doları) harcadığını belirtmektedir. Son rapor bağlamında, IMF’nin “sübvansiyon” tanımı fosil yakıtlarla oluşan çevresel hasarların ödenmeyen maliyetlerini kapsar. Aynı raporda, IMF doğrudan sübvansiyonların (yani, petrol, gaz ve kömür üretimini veya tüketimini finanse eden hükümet politikaları) küresel olarak yaklaşık 460 milyar Euro (500 milyar ABD Doları) tuttuğunu belirtmektedir. Bu tür sübvansiyonlar, enerji altyapımızı ilgilendiren uzun vadeli yatırım kararlarının fosil yakıtları tercih ettiği istenmeyen sonuçlara yol açabilir.
Enerjinin ve ulaşım sistemlerinin karbondan arındırılması?
Fosil yakıtların yanması, sera gazı emisyonlarının atmosfere salınmasına katkıda bulunan ana nedenlerden biridir. Fosil yakıtlar aynı zamanda evlerimizde, ofislerde, fabrikalarda ve arabalarda enerji ihtiyacımızı karşılayan, küresel enerji sisteminin ana bileşenlerden biridir.
Fosil yakıtlardan sürdürülebilir, yenilenebilir alternatiflere geçiş kolay değildir. Tüm enerji sisteminde üretim ve depolamadan dağıtım ve nihai tüketime kadar değişiklik yapılmasını gerektirir. Örneğin, güneş panelleri ile üretilen elektrik başka bir yerde ve olasılıkla başka bir ülkede ileri bir tarihte kullanıma hazır hale getirilmelidir. Bu yalnızca iyi bağlanmış akıllı şebekelerin devreye sokulmasıyla başarılabilir. Ulaşım sistemi gibi diğer sistemlerin de radikal bir şekilde değiştirilmesi gerekecektir. Bu değişiklik, mevcut filonun elektrikli taşıtlarla değiştirilmesini ve özel arabalara alternatif önererek ulaşım talebini karşılayabilecek özel toplu taşıma ağları oluşturmayı kapsar. Hepsi birlikte ele alındığında, bu değişiklikleri gerçekleştirmeye yönelik yatırım ihtiyaçları çok büyük olabilir.
Avrupa Komisyonu’nun tahminlerine göre, AB’nin enerji ve ulaşım sistemlerinin “düşük karbonlu” hale getirilmesi, önümüzdeki 40 yıl boyunca her yıl yaklaşık 270 milyar Euro tutarında ek kamu yatırımlarının ve özel yatırımların yapılmasını gerektirecektir. Bu ek tutar, IPCC’nin 2050 itibariyle küresel GSYİH’nin %0,2 ila 2’sine karşılık gelen iklim değişikliği ekonomik kayıp tahminine benzer şekilde, AB GSYİH’sinin yaklaşık %1,5’ine karşılık gelir. Bu yüzden, gelecekteki etkileri en aza indirmek için yatırımcılar şimdi harekete geçecek mi?
Mevcut harcamaları yeniden yönlendirme
Hükümetler, işletmeler ve vatandaşlar ulaşım ağları inşa etmek, güç üretimi, barınma ile tüketim malları ve hizmetleri için AB’de zaten para harcıyorlar. Üye Ülkeler arasında farklılıklar olmakla birlikte, AB’de hükümet harcaması GSYİH’nin yaklaşık %50’sineen yakındır. Bunun bir kısmı, büyük altyapı projeleri, araştırma, sağlık hizmetleri vs. gibi alanlardaki yatırım harcamalarından oluşur (teknik olarak “gayrisafi sermaye oluşumu). Aynısı haneler veya işletme harcamaları için de geçerlidir.
Bu durumda, gelecek için ne tür bir enerji ve ulaşım sistemi inşa edeceğiz? Paramızı sürdürülemeyen çözümlere mi yatıracağız yoksa sürdürülebilir alternatiflerin gelişip ihtiyaçlarımızı karşılama biçimlerimizi dönüştürebileceği alanı mı yaratacağız? Kamu kaynakları burada teşvik sağlayarak ve pazara “yeşil” mesajlar göndererek önemli bir rol oynayabilir. Örneğin kamu kaynaklarını fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji üretimine kaydırma kararı, yalnızca enerji üreticilerine değil, aynı zamanda araştırmacılara ve enerji kullanıcılarına da net bir mesaj gönderir.
Avrupa 2020 Stratejisine paralel olarak, AB 2014-2020 çok yıllı bütçesinde yaklaşık 1 trilyon Euro’yu sürdürülebilir büyüme, istihdam ve rekabet edebilirliğe ayırmıştır. Bu çok yıllı bütçenin en az %20’si Avrupa’yı düşük karbonlu ve iklime dayanıklı bir ekonomiye dönüştürmeye harcanacaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için, yapısal fonlar, araştırma, tarım, deniz politikası, balıkçılık ile doğanın korunması ve iklim değişikliğine karşı yapılacak eylemlere ilişkin LIFE programı gibi ilgili AB politikalarına ve programlarına iklim ile ilgili hedefler dahil edilmiştir.
Bu fonlar, AB Üye Devletlerinde ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerdeki kamu harcamalarının yanı sıra özel sektör yatırımlarıyla da (örn. işletmeler, emeklilik planları, haneler) tamamlanır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaları ve hafifletme önlemlerini kabul etmeleri konusunda yardımcı olmayı hedefleyen, UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Konvansiyonu) çerçevesinde oluşturulan Green Climate Fund (Yeşil İklim Fonu) gibi küresel fon kanalları da mevcuttur.
Önümüzdeki fırsat Artan talebi karşılamak için bazı alanlarda yatırım yapmamız gerektiğini biliyoruz. Yeni İklim Ekonomisi raporuna göre, küresel enerji kullanımının önümüzdeki 15 yıl içinde %20 ile %35 arasında büyümesi öngörülmektedir. Bu talebi karşılamak amacıyla, enerji altyapısının ana kategorileri için 2015 ve 2030 yılları arasında 41 trilyon Euro’dan fazlası gerekecektir. Enerji üretimi ve kullanımının şimdiden küresel sera gazı emisyonlarının üçte ikisini oluşturduğu hesaba katıldığında, günümüzde yatırım yaptığımız enerji kaynaklarının türü, küresel ısınmayı 2°C ile sınırlandırma konusunda başarılı olup olmayacağımızı belirleyecektir.
Bazı sektörler ve topluluklar bu kaymadan ve fonların sürdürülebilir alternatiflere doğru yönlendirilmesinden hiç şüphesiz etkilenecekler. Hükümetlerin bu geçişten etkilenenleri desteklemek için sosyal politikalar uygulaması gerekecektir. Hükümetler ve kamu otoritelerinin de değişen gerçekliklere uyum sağlamaları gerekmektedir. Örneğin, fosil yakıtlardan yatırımların çekilmesi, bu sektörlerden gelen vergi gelirlerinin ve lisans ücretlerinin azalması anlamına gelecektir. Ayrıca, etkilenen sektörlerde küçülme ve iş kayıplarının yaşanması da muhtemeldir.
Bir bakıma, değişim zaten başlamıştır. 2008’den günümüze Avrupa ekonomisini etkileyen ekonomik krize rağmen, Avrupa Birliği’nde eko-endüstriler (örn. yenilenebilir enerji, atık su temizleme ve geri dönüşüm) büyümeye devam etmektedir. 2000 ve 2012 yılları arasında, eko-endüstriler katma değer açısından %50’den fazla büyümüş ve yaklaşık 1,4 milyon ek istihdam yaratarak 4,3 milyonluk bir emek gücüne erişmiştir, bu dönemde ekonominin geri kalan sektörlerinde görece düz bir büyüme ve durağan istihdam oranları gözlemlenmiştir. Eko-endüstrideki bu istihdam patlaması, sürdürülemeyen sektörlerde (örn. kömür çıkarma) daha az insanın çalışmasıyla birlikte, değişen ve rekabet gücü yüksek bir emek gücünün parçası olarak da görülebilir.
Farkındalığın artmasıyla, bazı toplumlar ve işletmeler de sürdürülemeyen çözümlerden bilinçli bir şekilde yatırımlarını çekmiş veya uygun yeniliklerini desteklemeyi seçmiştir. Çevresel yeniliklere ve araştırmalara yatırım yapılması, AB’nin yalnızca daha temiz teknolojileri benimsemesini ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda AB’nin ekonomisini ve rekabet gücünü de güçlendirir. Avrupa, enerji, ulaşım ve barınma konularında büyüyen küresel talebi karşılamaya yardımcı olmak için teknolojisini ve bilgisini ihraç ederek eko-endüstrilerde küresel bir lider olmanın faydalarından yararlanabilir.
Yeşil ekonomiye geçişin zaman alacağı bir gerçektir. Ancak ne kadar erken harekete geçersek, maliyetler o kadar düşük olacak ve faydalar o kadar büyük olacaktır.
Kaynak | Avrupa Çevre Ajansı (AÇA)
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ NEDİR?
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE İNSAN SAĞLIĞI
TARIM VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE DENİZLER
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ NASIL ÖNLEYEBİLİRİZ ?